Engin Fırat
‘Elemlerin Nefesi'(1), Serkan Türk’ün dördüncü şiir kitabı. Yayımlanmış öykü ve romanlarının dışında şairin ‘Her şeyin Güzel Olma Nedenleri’, ‘İçimiz Çölse Biri Geçmiştir’ ve ‘Uzun Ruhlu Bir Cüce’ adlı üç şiir kitabı daha bulunuyor. ‘Elemlerin Nefesi’yle tanışmam ise bir pazar gününe denk geldi. Hazır Adana’ya gitmişken eleştirmen yazar Cemil Okyay’la biraz şiir, biraz eleştiri konuşmak için Karahan Kitabevi’nin kafesinde buluştuk. O gün Serkan Türk’ün de söyleşisi varmış ve kendisini dinleme fırsatı buldum. Söyleşi, daha çok son romanı ‘Ausgang’ etrafında döndü. Sonrasında soru ve cevap bölümüne geçildi. Bana göre bu aşamada kendisine yöneltilen en temel soru, öykü ve romanlarındaki şiirsel dile kayma sorunsalıydı. Serkan Türk’ün, takip edebildiğim kadarıyla, sakin mizacıyla bu soruya cevabı ise kendisi için kök meselenin yazı olduğu söylemiydi. Bu, bana o an Jacques Derrida’nın ‘Yazı ve Fark’ adlı eserini ve yine “Metnin dışında hiçbir şey yoktur” savsözünü anımsattı.
‘Elemlerin Nefesi’ni okumaya başlayınca söyleşi sırasında öne çıkan anlatılarındaki şiirsel dile kayma sorunsalının tam tersi bir durumla karşılaştım. Aslında Serkan Türk’ün şiirleri imge, metafor, metonimi ile örülmüş olsa da anlatıma yaslanan bütünlüklü metinler. Yani ‘Elemlerin Nefesi’, derdi ve bağlamı olan bir öyküleme tarzını da içeriyor.
“bir adam kapısının önünde düşmüş kendi içine / neden geldiniz tozlu ayaklarınızla evime der gibi / ben istenmeye istenmeye oldurdum içimdeki ülkeyi / insan kendi çölünde hem serap hem vaha / onu buldum, onu yazdım tenimle / şimdi, ruhum tozu bu şehrin, sözüm sağanağı / bildinse yine gel,” (tanrının resimleri, s.16).
“adını koymaya karar vermeden önce / duvara astığı gülleri kuruttu annen / temmuzu, ağustosu yaz ikindilerini / büyütür gibi büyüttü içinde seni neşeyle / dileği yalnızca bir makamdı yeryüzünde” (neva, s. 29).
Şairin türler arasındaki gezintisi, bilinçöncesi ve bilinçdışı içeriği yüklenen yazı üzere oynadığı ontolojik bir oyun da olabilir. Ve anlaşılan şair bu oyundan hem haz hem acı duyuyor gibi.
‘Elemlerin Nefesi’, 38 şiirden oluşuyor. Şair, kitabın girişini Jorge Luis Borges’in “Belki de hiç duymadım seni, oysa hayatım hayatına bağlı, ayrılmazcasına” alıntısı; bitişini de José Ortega y Gasset’in “İnsan hiçbir ‘şey’ değildir, olsa olsa / bir dramdır –kendi yaşamıdır” alıntısıyla yapar. Girişteki epigrafta ben ve başka yani başka’sı için varlık işaretlenirken; bitişte ise simgesel’deki çaresizlik, hiçliğe düşüş ve yaşanan kırılmayla öznenin kendine dönüşünü yani kendi için ve kendinde varlık işaretlenir. Serkan Türk’ün gerek diğer şiir kitaplarına gerekse son şiir kitabı olan ‘Elemlerin Nefesi’ne verdiği isim, şairin isim verme süreçlerinde şiirsel dil kurma çabası olarak görülebilir. Yüzümüzü Jacques Lacan’a döndüğümüzde ise isimler, isim ve öteki’nin onayıyla bir çeşit adlandırma, tanımlama ve içselleşme süreçlerini içerir. Ebeveynleri tarafından çocuğa verilen isimler, öznenin geçmişini ve bilinçdışı arzusunu işaretleyen gösterenlerdir. Bu, Serkan Türk şiiri bağlamında gerek kitap isimlerinde gerekse ‘Elemlerin Nefesi’ndeki “neva”, “güneş” şiirlerinde olduğu gibi şairin kitaplarındaki adlandırma ve tanımlama arzusu da bu minvalde okunabilir.
Elemlerin nefesi sözcük grubu “kar uykusu” adlı şiirin son biriminde geçiyor. Arapça kökenli bir ad olan “elem” sözcüğü keder, acı, ağrı anlamını taşırken; yine Arapça bir ad olan “nefes” sözcüğünün ise soluk, hayat, hayat belirtisi anlamına geldiğini görürüz. Ayrıca “nefes” sözcüğüne etimolojik olarak baktığımızda yine aynı kökten gelen nefis (nefs) sözcüğü ile karşılaşırız. “Nefis” sözcüğü ise öz varlık, kişilik, ruh, can, hayatın ilkesi, heves, arzu gibi anlamları içerir. ‘Elemlerin Nefesi’ adlı şiir kitabında da genel olarak şairin içine düştüğü ya da fırlatıldığı mekan ve zamanın psişik ve ontolojik olarak onda yarattığı kaygıyı, kederi, acıyı, ağrıyı hissedebiliyoruz. Şairin taşıdığı kaygı, deneyimlediği ya da deneyimleyemeceği şeyler yani olanaksızlığın olanağına ilişkin bir çeşit farkındalık ya da limiti içerir. Bu, gerçek varoluş tarzlarını görünür kılan varoluş modudur. Dolayısıyla otonom öznenin dünyasallık ve zamansallık bağlamında duyduğu kaygı hiçlik bahçesindeki soluktur, hayat belirtisidir. Dünya içinde varolmanın varlık imkanıdır.
“yarısı çürümüş bir elma gördüm rüyamda / gözü dönmüş bir ölümün el sürdüğü/ ve yeşil otların içine sinen ıssızlığı /…/ yalnızca kırları aklından geçiren / ovadaki tek ağaç, gözde biriken yaş / … / kalbim dönüş yolunu bilmezmiş gibi / uzaklaşıyor her gün çocukluğundan / o eski şarkıyı şimdi söylemese ağaçlar / bu rüyayı da yorardı hayra zaman” (dönüş yolunun şarkısı, s.11)
“zamanın durduğu bir yer var dediler, geldik / sözün değil, bakışın bildiği, alınlardan okunan / her sır yaşayana hayat verir / öğrendik kuşlar gökyüzüne özgürlük katar / yeryüzüne bağışlanmayı / kuruyan ne varsa ağızda / soluğuna soluk gerek insanın / gölgesine eğilmiş bir baş /…/ pencerelerden bakmaya değil / penceresiz geldin dünyaya / bir insan ne çok yalnızlıktı oysa / kendi benzerini bulamayan” (tanrının resimleri, s. 15-17).
“kırk yıl geçti koskoca kırk yıl / odalar eşyalar anılarıyla dünyamı doldurmayan bir rüyaydı / uyandığım hayat, insan bildiğin gibi / sonunda ağaç gibi devrilir toprağa /… / bazen tekrarlamayı sevdiğim doğrudur / kırk yıl geçti koskoca kırk yıl / işittim toprak doyunca çiçek açarmış / suyun uzun adımları ırmaklarmış meğer / aydınlığı bekleyen alçalan kuşun kanatları” (tenezzül, s.43-44).
“insan bir kahkaha gibi rahat düşse geceye, / bir çığlığın tedirginliğinden uzakta. / atları düşünerek, / yeleleri ve öksüz bırakan tanrıyı. / sığınılacak bir ocak başını / eskiyen bir avluyu / gölgesi gibi düşünceli bir evin varlığını / ne diyorlardı ardından / ölümden büyük sanırdı kendini / ağzında geniş anların sözleri / oysa mendilin ipeğine de kan sıçrardı / gözündeki yaşın tuzu / ve böyle gelip yerleşen kederler” (yaralar vardı, s. 66).
‘Elemlerin Nefesi’nde ölüm, zaman fenomeni ve öznenin acı ve kederden ötürü taşıdığı kaygıyla doğasına (kendiliğine) dönüş çabası işlenen temel izleklerdir. Varolanın açık hâle geldiği bu hermeneutik dönüş, bilinçöncesi ve bilinçdışı içeriği yüklenen öznenin ontik yapısındaki değişimin ontolojik yapısında yarattığı sancılı süreçleri de içerebilir. Burada özellikle 1977 Trabzon doğumlu olan şairin kırk yaşında yaşadığı temel bir kırılma noktası işaretlenebilir. Bu travma belki bir kayıp, belki bir ayrılık belki de yaşadığı bir yabancılaşma; ama her şeyden önce yaşanan her ne ise şair için bir dönüm noktası. Çünkü şair özellikle fotoğraf metaforu üzerinden donmuş anları belleğe taşıma endişesi duymaktadır. Geçmişe özlem duyan öznenin hatırlamaya ilişkin bu çabası varlığın anlamını ve kapalılığın önünü açma girişimi olarak okunabilir.
Kısacası, ‘Elemlerin Nefesi’ odağında öncelikle varlık meselesi sorun ediliyor. Çünkü şair için varlığı anlama ve anlamlandırma çabası şiirinde ihtimam gösterdiği temel moddur. Yine ölüme doğru varolmasına ilişkin önsel kavrayışı da oluşunun kökensel modudur. Yani ölüm, zaman, mekân ve kaygı izlekleri şairin hakikate ilişkin giriştiği bir keşfe dönüşür. Dünya içinde ve birlikte var olan otonom öznenin yaşadığı bu sorgulama varlığın anlamını örten örtüyü kaldırma ve başka’yla bütünlüğü içinde anlaşılma arzusuna ilişkin olabilir.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)